HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU’NDA YAPILAN DEĞİŞİKLİK DOĞRULTUSUNDA ÖNEMLİ NOKTALAR

07/08/2020

 

20/03/2020 tarihinde meclise sunulan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda Bazı Değişiklikler yapılmasına ilişkin kanun teklifi, 28/07/2020 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir. İşbu değişiklik her ne kadar daha çok meslektaşlarımızı ilgilendirse de tarafları da büyük ölçüde etkileyecektir. Bu bağlamda göze çarpan ve öne çıkan bazı noktalar şu şekildedir:

 

- Kanunun 28. Maddesine göre duruşma ve kararların bildirilmesi aleniyet ilkesine tabidir. Değişiklikle “tarafların üstün menfaatinin gerektirdiği koşullarda” duruşmaların gizli yapılabilmesi imkanı tanınmıştır.

Ceza davalarında uygulanan üstün menfaatin gerektirdiği hallerde duruşmaların gizli yapılambilmesi imkanı bu değişiklikle hukuk mahkemeleri için de tanınmıştır. Her ne kadar aile hukuku ve ticari itibara ilişkin davalarda için yerinde bir değişiklik olsa da ifade muğlaklık barındırmaktadır.Korunmaya değer üstün menfaatlerinin ne zaman gerçekleşeceği tamamen mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Bu noktada mahkemenin “üstün menfaati” değerlendirirken ölçülülük ilkesi ile üstün menfaat arasındaki dengeyi iyi gözetmesi gerekmektedir.

 - Kanunun 107. Maddesinde yapılan değişiklikle belirsiz alacak davası olarak açılan davada karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucunda dava konusunun miktar ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenmesi halinde davacıya “hakim tarafından verilecek iki haftalık kesin süre içerisinde iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini artırma” hakkı tanınmıştır.

Talep sonucunun belirleneceği “an”ın ne zaman olduğu gerek öğretide gerekse de uygulamada çeşitli karışıklıklara yol açmaktaydı. Bu değişiklikle bu karışıklıkların giderilmesi ve hak kayıplarının önlenmesi amaçlanmış olup hakimin vereceği kesin süre ile kesin ve net bir zaman dilimi belirlenmiştir.

Bu değişiklik doktrinde de mahkemenin aydınlatma görevinin bir gereği olarak kabul edilmesi gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. Zira belirsiz alacak davalarında davacının yaşamış olduğu belirsizlik, kaygı ve olası hak kayıplarının önüne geçilmesi kanaatimizce de yerinde bir değişiklik olmuştur.

- Maddede yapılan bir diğer değişiklikle “kısmi eda davasının aılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir” şeklindeki üçüncü fıkra kaldırılmış olup bu çerçevede kısmi eda davasının açılabildiği her halde tespit davasının açılabilmesinin önüne geçilmiştir.

Bu değişiklikte ise kısmi dava açılmasının mümkün olduğu her halde dava dışında kalan kısım için tespit davasının açılabilmesi usul ekonomisi ilkesinin ihlal edilmesi anlamına gelebilecektir. Bu noktada kısmi davanın yanında tespit davasının açılabilmesi hususunun hukuki yararın varlığı şartına bağlanması kanaatimizce de usul ekonomisi ilkesinin ihlalinin ve doğan karışıklıkların önüne geçecektir.

- Kanunun dava konusunun devrini düzenleyen 125. maddesinde yapılan değişiklikle davacının davanın konusunu devretmesi ve sonrasında yeni davacının aleyhine hüküm tesis edilmesi halinde eski davacının bu yargılama giderlerinden eski ve yeni davacının müteselsilen sorumlu olacağı düzenlenmiştir. Daha önceden davalının, davanın konusunu devretmesi ve sonrasında davanın davalı aleyhine sonuçlanması halinde, eski ve yeni davalının yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olacakları kanunda düzenlenmişken, bu hususa ilişkin bir düzenleme yoktu. Bu durum da uygulamada kötüye kullanılabilecek sonuçlara yol açabilmekteydi. Örneğin davayı kaybedeceğini ve ağır bir yargılama giderine mahkum edileceğini anlayan davacı hiçbir malvarlığı olmayan birine davayı devrederek davalıyı ve mahkemeyi zarara uğratabilmekteydi. Değişiklikle bu gibi durumların önüne geçilmiştir.

- Kanunın 141. maddesinde yapılan değişiklikle ön inceleme aşamasında duruşmaya katılmayan taraf aleyhine iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi istisnası ortadan kaldırılmıştır.

Yapılan değişiklikle iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dilekçeler teatisinin tamamlanmasıyla başlayacaktır. Bu değişiklik doktrinde bir görüşçe ön inceleme duruşmasına katılmayan taraf için adeta bir ödül(!) niteliğinde olduğu şeklinde yorumlanırken bi diğer görüşçe de duruşmaya katılmayan taraf aleyhine iddia ve savunmanın genişletilmesinin adil yargılanma ilkesini ihlal edeceği şeklinde yorumlanmıştır. Ayrıca iddia ve savunmanın genişletilmesi bu hükümle birlikte öne çekilmiştir. Yani dilekçeler teatisi aşamasında dayanılacak deliller bu aşamada eksiksiz olarak gösterilmelidir. Aksi takdirde bu hüküm, ciddi hak kayıpları yaşanmasına sebep olacaktır.

- Kanunun 149. maddesinde ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla veya başka bir yerde duruşma yapılması hususuna ilişkin değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişiklikle daha önceki hükümde bu hususa ilişkin tarafların rızası alınırken tek bir tarafın talebiyle duruşmanın ses ve görüntü nakledilmesi veya duruşmanın başka bir yerde görülmesi mümkün hale gelmiştir.

İşbu hüküm daha önce uygulamada pek kullanılır bir hüküm değil iken pandemi sürecinin de etkisiyle uygulanabilir hale gelmiştir. Bu değişikliğin taraflar açısından adil yargılanma ilkesine aykırılık oluşturabilecek bir potansiyel taşıması ile birlikte pandemi süreci için faydalı olabileceği kanaatindeyiz. Ancak bunun yanında özellikle tanıkların ve bilirkişilerin dinlenilmesinde mahkeme huzuruna çıkmanın ve ciddiyetinin dürüst beyanlarda bulunulması üzerindeki etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Bu bağlamda bu değişiklikle birlikte doğru beyanlarda bulunulması konusunda kanaatimizce büyük soru işaretleri söz konusu olacaktır.

- Kanunun 177. maddesinde yapılan değişiklikle tahkikat aşaması sona erinceye kadar ıslah yapılabileceği düzenlenmiştir.

Bu değişiklikle bozmadan sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin yerleşik yanlış uygulamaya son verilmiş, 1948 tarihli İçtihadı Birleştime Kararı’nın yaşattığı hak kayıplarının bu noktada önüne geçilmiştir. Zira bozma ilamı öncesi Yerel Mahkeme tarafından hiçbir alacağı olmadığı tespit edilen tarafın, bozma ilamından sonra belirlenen alacağı için ıslah talebinde bulunamaması hukuk ve hakkaniyet gereği kabul edilebilir değildir. Keza bu miktar yönünden ıslah yapamayan, ek dava açması beklenen tarafın zamanaşımı, faiz gibi yönlerden de yaşadığı hak kayıplarının olabileceği düşünüldüğünde ıslahın temel amacı gereği de kabul edilebilir olmadığı açıktır. Tabii olarak tarafın usuli müktesep haklara zarar gelmemek kaydı ile bozma konusu yapılan bölüm bakımından ıslah hakkını kullanabilmesi gerekmektedir. Usuli müktesep hakların korunması açısından kanaatimizce de yerinde bir düzenlemedir.

- Kanunun 186. maddesinde yapılan değişiklikle sözlü yargılama için ayrıca bir duruşma gününün tayin edilmeyeceği tahkikatın bitmesinin akabinde aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçileceği düzenlenmiştir. Bu değişiklik de kanaatimizce yargılama sürecini kısaltacak olan yerinde bir değişikliktir.

- Kanuna “Hükmün Tamamlanması” başlıklı 305/A hükmü eklenmiştir. Daha önce 306. maddede düzenlenen hümkün tavzihi hükmü ile bağlantılı olarak hükmün tamamlanması bakımından, asıl verilen hüküm hakkında kanun yoluna başvuru süresi geçmiş olması halinde veya kanun yoluna başvurulamama halinde mümkün olabilecektir. Bu değişiklik hükmün tavzihinden ayrı bir kurum olmamakla birlikte ayrı bir maddeyle düzenlenmesi taraf ve vekillerince tereddütlere neden olabilir. Bunun yanında tereddüt yaratacak bir diğer konu ise hükmün tamamlanması için ön görülen kanuni süre 1 ay iken istinaf kanun yoluna başvuru için 2 haftadır. Bu durumda derdestlik sorunu ortaya çıkabilecektir.

- Kanunun 353. maddesinde yapılan değişiklikle “mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek ölçüde önemli delillerin toplanmamış veya değerlendirilmemiş olması ya da talebin önemli bir kısmı hakkında karar verilmemiş olması” halinde mahkemenin duruşma yapmaksızın karar verebileceği düzenlenmiştir.

Bu değişiklikle uygulamada istinaf mahkemelerinin görev bakımından fiilen “Yargıtaylaştırılacağını” söylemek yanlış olmaz kanaatindeyiz. Zira Bölge Adliye Mahkemelerine yapılan bu değişiklikle İlk Derece Mahkemesi'nin eksiklerini tamamlama amacına riayet etmeyerek amacına Yargıtay gibi önüne gelen dosyalarda eksik yargılama yapıldığını eksik delil toplandığını öne sürerek dosyanın esasına girmeksizin yeniden ilk derece mahkemesine gönderebilme yetkisi vermektedir. Bu bağlamda da yargılama süresinin kısaltılması amaçlanırken ilk derece mahkemesinin istinaf mahkemesi kararına karşı direnememesi ve yeniden yargılama yapılması sonucunu doğuracaktır.

- Kanunun 359. maddesinde yapılan değişiklikle Bölge Adliye Mahkemeleri'nin “ başvurunun esastan reddi kararlarnda, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebileceği” şeklinde açıkça kararın gerekçesini açıklamaktan kaçınabileceği düzenlenmiştir. Ancak yapılan bu değişiklik açık bir şekilde adil yargılanma hakkının ihlalini doğurmaktadır.

- Kanunun 390, 391, 393 ve 394. maddelerinde yapılan değişiklikle ihtiyati tedbir talebi, kararı, kararın uygulanması ve karara itiraz hususlarında düzenleme yapılmıştır.

İhtiyati tedbir talebi başlıklı maddede yapılan değişiklikle “Esas hakkında yabancı devlet mahkemesinin, hakemin veya hakem kurulunun görevli ve yetkili olması halinde, ihtiyati tedbir, bu talebe konu hak veya şeyin bulunduğu yer Türk mahkemelerinden talep edilir. “ maddesi eklenerek milletler arası özel hukuka ilişkin bu konuda Türk Mahkemeleri görevli kılınmıştır.

391. maddede yapılan değişiklikle ise ihtiyati tedbir kararının gerekçeli olması gerektiği hükme bağlanmıştır.

393. maddede yapılan değişiklikle ihtiyati tedbir kararının uygulanması için kanuni sürenin başlangıcı kararın verildiği tarihten itibaren başlıyorken kararın tedbir talebinde bulunanan tefhim veya tebliğinden itibaren başlayacağı şeklinde düzenlenmiştir. Bu değişiklikle tedbir talep eden tarafın hak kaybına uğraması ihtimali de ortadan kaldırıldığından tarafımızca da yerinde bir düzenlemedir.

394. maddede yapılan değişiklikle ise ihtiyati tedbire ilişkin itirazları inceleyecek mahkemenin tedbir kararını veren mahkeme değil davanın esasını inceleyen mahkeme olacağı şeklinde düzenlenmiştir. Kanaatimizce bu düzenleme de davanın esasını inceleyen mahkemenin dosyaya hakimiyetinin daha fazla olması sebebiyle yerinde bir düzenlemedir.

- Kanunun 398. maddesinde yapılan değişiklikle ise Anayasa Mahkemesi'nin kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine dayanarak vermiş olduğu iptal kararı doğrultusunda ihtiyati tedbir ve ihtiyati hacze muhalefet suçu kanuni dayanaktan yoksun kalmış idi. Bu değişiklikle ihtiyati tedbire muhalefet edenin cezası ve cezalandırılmasının aşamaları düzenlenmiştir.

 

Yapılan işbu değişiklikler çerçevesinde yargılamanın aşamalarına ilişkin olarak oldukça fazla usuli nüans mevcut olmaktadır. Bu bağlamda kanımızca tarafların asil olarak kendi dosyalarını takip etmeleri oldukça zorlaşmıştır. Bunun yanında iş yükünü azaltmak ve yargılamayı olabildiğince hızlandırmak amacıyla yargı merciileri arasında tabiri caizse sonuç odaklı ve işlevsel paslaşma sahaları yaratılmıştır.